Geldik Çağı Gördük ve Ürperdik! Ah Narin!
‘Narin cinayeti’ davası bitti, biz gazetecilere konan yasakta…
İllaki bu Narin Davası’nda üzerine birçok türde yazı yazılacaktır, altı aydır yazıldığı gibi…
Ancak biz de Edebiyat Tarihine not düşelim istedim.
Biz edebiyatçıların artık kafa yorarak öykü, hatta roman kurgulamamıza gerek bile kalmıyor, akıl zıplatan olaylar bizzat gözlerimizin önünde cereyan ediyor artık…
Edebiyat kurgu ve gerçekçilik demektir, ancak aynı zamanda Edebiyat toplumun sosyal olaylarından da etkilenirler.
Dün Tolstoylar, Dostoyevskiler, Victor Hugolar çağının yaşanmış dramatik olaylarını kaleme alarak bugün ve yarınlara aktarmışlardı; şimdi de bizler benzeri olayları yaşayarak yazıyor ve Edebiyat Tarihine not düşüyoruz…
İşte size bunlardan biri; henüz 8 yaşında iken katledilen ‘Narin çocuğun ciğer yakan hikâyesi… Daha doğrusu Cinnet Çağının Narin kurbanlarından biri!
Şimdi bu olayı, edebiyatın tezgahında üç adımda en kısa ve öz haliyle hikayeleştirelim:
Giriş;
Köyde kurs dönüşü güpe gündüz, birden bire ortadan kaybolan 8 yaşındaki Narin adındaki bir kız çocuğu ve yürekler ağızda, günlerce onu didik didik arayan güvenlik güçleri, köylüler ve yüzlerce insan…
Gelişme;
Diyarbakır Tavşantepe Mahallesi'nde, 21 Ağustos'ta okul dönüşü evine gitmek üzere arkadaşlarından ayrıldıktan sonra aniden kaybolan Narin'in cansız bedeni, 8 Eylül'de Eğertutmaz Deresi'nde ölü olarak bulundu. Tam 19 gün boyunca, Jandarma, Polis, AFAD, köylüler, gönüllüler ev, arsa, dere, tepe, bağ, bahçe demeden didik didik arayıp bulamadıkları Narin’i, köylülerden Nevzat adında bir itirafçının vicdan yaparak itiraf etmesi sonucu, Tavşantepe’nin bitişiğindeki derenin soğuk sularında, üzerine taşlarla bastırılmış halde bulundu Narin çocuğun solan cansız bedeni…
Bu cinayeti işleyeni bulmak için tüm köylünün sorgulanması, başlatılan tutuklamalar, onların verdikleri çelişkili ifadelerle düğümlenen cinayetin aylarca süren soruşturması, kavuşturması, ülkenin tüm Kamu-Özel kurumların olaya ilgi göstermesi, adli makamların teknik çalışması, etkili, hızlı delil toplama süreci ve haber bültenlerinden tüm bu gidişatı ciğerleri yanarak izleyen kamuoyu...
Bu mahkeme sürecindeki basına yansıyan bilgilere göre, 170 den fazla kişi sorgulandı, 10 klasör dosya ve 4 bin sayfa evraklı davada, basına göre, aslında ‘Herkesin her şeyi bildiği ama hiç kimsenin hiçbir şeyi bilmediğini söylediğinin sanıldığına dair’ bir durum olduğunu söylüyor TV haber ve yorumcuları. Yani Narin’i katledenin ortaya çıkması için “Ben öldürdüm ya da şu öldürdü!” gibi beklenen itirafın gelmeyişi ibretlik idi.
Adaletin terazisi ne olursa olsun, insani, vicdani ve ahlakı açıdan bakarsak çok düşündürücü olsa gerek…
Bu süreçte tüm ülke bu olayın vahametinden ayağa kalkıyor, bazı insanlar kalkıp Narin’in mezarını ziyarete gidiyor… Valilik Narin’e mermer bir mezar yaptırıp başına Türk bayrağı dikiyor…
Her geçen gün kalabalıklaşan insanlar, Narin’in mezarı üzerine oyuncaklar, çiçekler bırakılıp, ağıtlar yakılıyor…
Sonuç;
Mahkemeye sunulan ‘Daraltılmış baz istasyonu kayıtları, bir araçta bulunan DNA örneği ve Cep telefonu kayıtları…” gibi delillerle ülkenin konuştuğu davada 29 Aralık 2024 tarihli karar çıkıyor.
Yargılanan dört kişiden; Narin’in Annesi, Abisi ve Amcasına ağırlaştırılmış müebbet, İtirafçı’ya da dört yıl altı ay hapis cezası veriliyor…
Bu karar vicdanları tatmin etti mi? Mahkemenin takdiri... Ancak sonuç ne/nasıl olursa olsun hiçbir karar Narin’i geri getiremez… Ancak
8 Yaşındaki Narin çocuğu "Kim öldürdü?" sorununun cevabına dair cezai karar verildi de toplum nezlinde şu soruya cevap bulundu mu bilinemedi; “Narin niçin öldürüldü?” Dolayısıyla bu sorunun cevabını itiraf etmek, müebbet ceza almaktan da elzem olsa gerek… Yine de mahkemenin gerekçeli kararının açıklanmasını görmek gerek…
Son söz; Ah Narin! Geldik çağı gördük ve ürperdik! Öyle bir döneme denk geldik ki; Küresel bir hezeyanın içinden, cinnet geçiren bir çağdan geçiyoruz…
|